Sayfalar

Empati Manyaklığı

Empati kurma huyumdan bıktım ya.
Filmler beni duygudan duyguya sürüklüyor.
Nerede bi işkence sahnesi göreyim hemen kendimi kurbanın yerine koyarım "derim böyle yüzülse şöyle canım acır böyle kan akar" diye hissederim olayı.
Nerede biri terkedildi, ihanete uğradı işte ben O'yum! Ne kadar sevmiştim ben onu, hayaller kurmuştum bol çocuklu pembe panjurlu.. oysa çekti gitti mavi diş fırçasını banyomda bırakarak, ben napayım şimdi, nerelere sığdırayım yalnızlığımı diye içlenirim.
Birinin kardeşi ameliyatta, gözyaşları iz yapmış suratlarda, ben de bi iki iç çekerim tutamam sonra ağlarım. O anlarda hep aklıma Adile Naşit gelir; bi filminde ne zaman tv başına otursa ağlıyordu. İşte gelecekte Adile Naşit gibi bi insan olucam diye garip duygular yaşarım.
Bununla da sınırlı değil ki; yolda mendil satan küçük çocuk görsem hemen senaryolar yazarım, babam alkoliktir beni dövüyodur, annem hastadır sonra bir gün mendil ister benden kan kusar öksürüp falan falan. Tamam şimdi abarttım ama gerçekten kendimi onun yerine koyucam diye depresyondan depresyona koşuyorum.
Bi bebeği annesi çöpe mi attı sonra onu biri görüp yardım ekibi mi çağırmış direkt bebeği gören kişiyim, düşünüyorum çöplükte bi bebek.. Tanrım nasıl bi işkence bu bana? Özellikle bebekler konusunda çok hassassım. Küçükken tv'de böyle bi haber duyunca odama kapanıp ağladığımı hatırlıyorum hatta Dikkat Bebek Var diye bi dizi vardı bilmem hatırlar mısınız Barış bebek üzerine kurulu, onun iç sesiymişçesine birisi konuşurdu, Ceyda Düvenci annesiydi. Neyse bi bölümde bu çocukcağız merdivenlerden düşmüştü de ben hüngür hüngür ağlamıştım. Annem babam zor teselli etmişlerdi beni gerçek değil bunlar diye anlata anlata.
Bir de şu huyum var işte başarılı bulduğum bi film diyelim hemen yönetmen olsam napardım şurdaki kız olsam nası oynardım bıdı da bıdı.
İşte bu yüzden psikoloji okuyup psikolog olmak istemiyorum, "başkasının derdi seni gerdi"ye cevabım %100 evet çünkü. İnsanları bi dosya gibi göremem ki sorunları tespit et, çözümle ve bitir dosya kapansın. I-ıh bana göre değil. Hı bu arada evet balık burcuyum...

14 sesleniş:

Burak Özkan dedi ki...

Ayna Nöronlarını araştırıver.

Şu Balık burcu olma muhabbeti de harbiden doğru galiba, ama her şey de ona bağlanmamalı.

Burak Özkan dedi ki...

http://www.ted.com/talks/vs_ramachandran_the_neurons_that_shaped_civilization.html

şunu da izleyiver.

Pink Freud dedi ki...

Ayna nöronlarından haberdarım ve fazla duygusallığı önlemek amacıyla savuma mekanizmaları kurduğumun da farkına varmıştım önceden :)
Bu durum için yapıcak pek bi şey yok keşke bi parapsikologla falan tanışsam da psişik yetenek kazansam, madem yatkınım.d

Burak Özkan dedi ki...

Madem ayna nöronlarından haberdarsın; bir sorum olacak.

Hani, bir müzikten, bir filmden veya ne biliyim bir kitaptaki bir cümleden çok etkilenirsin de, beyninden vücudana yayılan bir titreşim olur. Sence bu titreşimin de, bu nöronlarla ilişkisi olabilir mi? Eğer ilgiliyse, bu nöronlar vasıtasıyla, iletişim belki ilerde daha farklı bir hal alabilir. Daha kuvvetli!

Pink Freud dedi ki...

Tabi ki olur sonuçta insanlar bi filmden etkileniyorlarsa, gözleri yaşarıyorsa direkt filmdeki karakterin yerine koymuşlardır kendilerini

Burak Özkan dedi ki...

Aslında o sana yolladığım 'ted' linkindeki adam (v. ramachandran) bir başka videoda buna benzer bir şeyden bahsediyor. dediklerinden şunun gibi bir sonuç çıkardım:

evet, yerine koyma durumu var ancak bu 'güvenli' bir yerine koyma. ayrıca evet, ben de örneğin izlediğim filmlerden sonra, o karakterlere bürünebiliyorum; onların söyleyeceği türden bazı replikler yazıyorum vs. ama insan yine de o karşı konulmaz mesafenin bilincinde.
hatta daha da ileri gidecek olursam, bir film esnasında 3 ayrı kişi var: filmi izleyen, filmde ki bir karakteri canlandıran oyuncu ve en önemlisi olan, canlandırılan karakterin kendi özü; ne izleyenden haberdar ne de kendisini oynayan oyuncudan.
oyuncuya ulaşsak dahi, o karaktere ulaşamıyoruz ve evet, kendimizi onun yerine koyuyoruz ancak mesafenin de farkındayız. ne kadar aynı özellikleri de paylaşsak, o ayrı bir dünyanın karakteri.

uzattım.

Pink Freud dedi ki...

Filmi izlerken bahsettiğin 2. ve 3. kişiyi birleştiriyoruz o an için.
Bir de şöyle bir şey var eğer filmde bizim de başımıza gelen bi olay anlatılıyorsa duygu yoğunluğu kat kat artıyor.

Burak Özkan dedi ki...

bilemiyorum; oyunculuğun çok iyi olduğu noktada, oyuncuyu görmemeye başlayabiliyor insan. elbette bu, İnception gibi bir filmde zor; çünkü başrol oyuncusunu zaten çok iyi tanıyoruz. Neyse, tam anlatamadım.

ayrıca, evet tamam anlatılan şey bizim de başımızdan geçmişse veya oldukça ilgi duyduğumuz bir konuysa daha da kapılıyoruz ama tamamiyle dahil olamıyoruz, demek istediğim o. zaten olmamız da beklenemez diyebilirsin, belki bu yüzden üstünde duruyorum çünkü tamamiyle dahil olmayı diliyorum.

Pink Freud dedi ki...

İlk paragrafta söylediklerine tamamen katılıyorum, 2. ve 3. tiple kendimizi iyice özdeşleştirebilmemiz için oyuncunun çok tanındık bi sima olmaması gerekiyor.
Peki bi şey sorucam; filmlerde tamamen dahil olamıyorum dedin kitaplarda durum nasıl?

Burak Özkan dedi ki...

Filmlere nazaran daha çok etkileniyorum tabi. Belki de, karakterin düşüncelerini de okuyabildiğimdendir. Ama bende, kitap veya film olsun birçok şeye karşı bir mesafe var. Hani insan, dünyayı zaman-mekan olarak algılar ya, işte bu konudaki işlevlerim giderek zayıflıyor. Nasıl anlatılır bilemedim.

Pink Freud dedi ki...

Tabi sonuçta aramızda bi gerçek mesafesi oluşuyo kurgu yapımlarla kitap film vs
Yoksa zaten şizoid fln olurduk

Burak Özkan dedi ki...

Böyle gidersek, olacağız da.

Bunu karamsar bir şekilde değil de daha çok bilimsel bir öngörüyle söyledim.

ZIBBIDI dedi ki...

Millet kendini kendi yerine koymaktan acizken,sen bu dünyaya fazlasın bence..

Çok büyük adam olacak senden bu ışık war..

Ben gördüm..:P

Walla bak..:D

Pink Freud dedi ki...

Zıbbıdı ben de çok teşekkür ettim o zaman :D